Giriş

Bismillahirrahmanirrahim

Bu kitapçığa başlarken, kitap yazmanın bir iptila olduğunun bilincinde olarak, kitap yazmaktan ayrı bir gaye ile üzerinde yaşadığımız şu dünyada,
fani hayatımız sona ermek üzere ahret yolculuğuna çıkmadan evvel, dünyaya gelişimizden gidişimize kadar olan misafirliğimizde yapmış olduğumuz bütün muamelelerimizden dolayı, dünyada kalanlardan bir helallik almak düşünce ve niyeti ile, Yunus Emremizin “ Biz Dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun ” sözü misali yazmak istedik.

Dünya misafirliğimizin altmış üç senelik geçen zaman dilimi zarfında bu yer kürenin üzerinde ve her bir zerresinde bu kürenin dışında, yedi kat üstünde ve yedi kat altında olan bütün mahlukatın, insanların ve cinlerin bize haklarını helal etmelerini istiyorum ve rica ediyorum.

Bir garip ifadedir ki, söze böyle başladık, bu kitapçığı okuduğunuz zaman bu sözlerimin doğruluğunu sizler de anlamış olacaksınız.

Bu gördüğümüz alem dünya ve üzerindekiler ile ay, güneş, tüm yıldızlar, zerreden küreye her şeyi içine alan bu düzene, Mülk alemi dendiğini ben kırk yaşımı doldurduğum zamanlarda öğrendim. Yine öğrendim ki bundan başka Meleküt, Ceberüt, Lahut alemleri vardır.

“Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” sözünü duyduğum zaman benim kırk sene öğrendiğim bilgilere göre uzun seneler okumuş; Doktor, mühendis, türlü branşlarda; hakim, avukat, meslek dallarında ihtisas yapmış uzman, asistan, doçent, profesör, ordünaryus profesör diplomalarına sahip olmuş kimselerin bilenler sınıfı, aydınlar gibi vasıflar aldığını,
bu gibi vasıflara sahip olmayan kişilerin ise bilmeyenler, cahil sınıfına dahil olacağını düşünmüş ve bunun savunuculuğu yapmıştım.

Sözün burasında benim dünyaya gelmeme vesile olan babam hacı Osman efendiye ve fani alemden ayrılan bütün babalara rahmet eylesin. Amin.

Rahmetli babam çocuk yaşlarımda beni okula gönderme taraftarı olmadı. Rahmetli annem ne kadar ısrar etti ise “Hatun ben elimle onu okula yazdırmam” diyordu. Annem komşularımızdan birinin kızını ikna ederek beni semtimizdeki okula kayıt ettirdiler. İlkokulu bitirdiğimde orta okula yazdırır düşüncesiyle tekrar babama teklifte bulundu. ret cevabı alınca aynı usul ile orta okul kaydımızı da yaptırdı. Babam seyyar satıcılık yapmakta, hem de okullar önünde mesleğini icra etmekteydi. Çocukları çok sever, onlarla şakalaşır, parası olana para ile, parası olmayanlara hediye eder onları sevindirirdi. Bu halleri içinde benimle okul arasındaki tutumunu bir türlü anlayamazdım. Anlayamadığım bu sır içinde orta okulu da bitirmiş oldum. Lise kaydım için artık babama teklif etmeye cesaretim kalmadığından aynı kişi aracılığı ile lise kaydımı da yaptırmıştım. İşte o zaman babam içinde sakladığı sırrı şu sözler ile bana açmış oluyordu. Liseye de yazıldığımı öğrenince beni yanına çağırarak “oğlum anladım ki, sen bu işi götüreceksin yalnız şunu unutma, okumak cahilliği götürür fakat eşeklik bakidir. Okuyup eşek kalacak isen hiç zahmet etme şu anda zaten eşeksin. O zaman diplomalı olursun” demişti.

Yine anlamamıştım. Bir kere daha aklım karma karışık olmuştu. Seneler birbirini takip etmiş askerlik ve evlilik gibi hayatın kademeleri içinde bulmuştum kendimi. İşte bu arada bir de iktisat diplomam olmuştu. Artık diplomalı eşek olmuştum. Çalmazsam kimse beni kabul etmiyordu. Usul böyleydi. Tahsili olmayan bir kişi vergiyi para karşılığı çalıyor, soru sorulduğunda ise “ben bilmem katibim bilir” diyordu. Huzursuz ve tatsız bir hayat tarzı ve bir kovalamaca. Yaşımız otuz yediye geldiğinde babam da dünyasını değişmişti. Tabutu musalla taşında dururken kalbimin bütün burukluğu içinde babamın cenaze namazını kılmayanların arasında yer almış, babamın sözlerini tekrarlıyordum.

“Diplomalı eşek”..

Geri dönüşüm yoktu.

İlerisi ne kadar suçlu olursa olsun.

Tatmin olunmayan bir hayat, bir çaresizlikler manzumesi, ikinci ve üçüncü evlilikler, dünyaya gelmelerine sebep olduğumuz insanlar, yalan üzerine kurulmuş ticaretler, sahte sevgi gösterileri, kısacası keşmekeş bir hayat, kulaklarımı her an tırmalayan babamın sesi; “Diplomalı eşek”.

İşte yine böyle günlerin birinde dükkan komşularımdan biri olan Hacı Arif İzgi efendi bir Cuma günü;
“Haydi kardeş gel Cuma Namazına gidelim” diye teklif ettiğinde yine benim mahluk tarafım ağır basmış olacak ki, ret ettim. Zaten onları gördükçe içimden gelen bir sesle onlara yobaz ve gerici ifadeleriyle hakaret etmek istiyordum. Fakat benim onlar hakkındaki bu düşüncelerime rağmen bir sonraki hafta Cuma günü yine aynı daveti tekrar ettiler. Ben yine aynı düşünceler içinde onların bu teklifini ret etmiştim. Üçüncü hafta Cuma günü onlar yine kapımda aynı saf ve berraklık içinde beni kurtuluşa davet ediyorlardı. “Kardeş haydi gel namaza gidelim. Eğer bugün de gelmez isen bir daha sana böyle bir teklifte bulunmayacağız” diyorlardı.

İşte ne oldu ise o anda oldu.

Kalbimden bir şimşek çakmasını, gök gürlemesini andıran bir ses “Haydi gel” diye adeta sesleniyordu.

Bu sesin cezbi ve sarhoşluğu içinde arkadaşıma “bekleyin geliyorum” diyebilmiştim.

Mahmut paşa Örücüler Camii Şerifine gittiğimizde bir hoca efendi faiz hakkında vaiz ve nasihatte bulunuyordu. O güne kadar ben faizi yalnız parada olduğunu bilirdim. O gün gördüm ki, bütün yaşantımızı kaplamış. Hiçbir muamelemizi onun dışında yapmamış, yapamamışız.

Camiden çıkıp yola koyulduğumu biliyorum.

Aradan ne kadar zaman geçti bilemiyorum.

Biri elimden tutup “kendine gel kardeşim daha çok gençsin” diyen ses ile kendime geldiğim zaman Sirkecide araba vapur iskelesinden ayağımı denize atmak üzere olduğumu hayretle gördüm. O şahsa teşekkür ederek hiçbir sorunum olmadığını, intihar etmek gibi bir niyetimin bulunmadığını izahı zor bir hal içinde bulunduğumu söyleyerek oradan ayrıldım. Yaya olarak Bakırköy’de Ebu Ziya caddesindeki evime geldiğimde bir daha iş yerlerime dönemedim.

Kalp tasım ters döndürülmüş içinde hiçbir şeyden eser kalmamıştı.

Bomboş bir dünya, yalnız başına bir İbrahim. Babamın sözü de artık tesirini kaybetmişti. Hakiki bir insan olabilmenin düşüncelerini kalbimde duyar olmuştum. Aklım başımda değildi artık. Kalbime inmişti. Bense kalbimden gelen emirlere uyar olmuştum. Kırk senelik yaşantım bir sinema şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor, ben her gördüğüme “ALLAHIM (c.c.) bilmiyordum, bilmiyordum, beni affet” diye ağlayarak yalvarıyordum.

Bir gece rüyamda çok daralmış, sanki üzerime tonlarca ağırlık bindirmişler bense altında eziliyorum. Uyanmama rağmen hal devam ediyor, bağırmak istiyorum bağıramıyorum. O arada bir davudi ses Fatiha süresini okuyor ve rahatlıyorum. Okuyan kişi “çok mu daraldın?” diye soruyor “evet” diyorum. “Bırakmazlar bırakmazlar” diyor.

Bir gün sonra yine rüyamda kafam simsiyah kendi suretimden kendim irkiliyorum. Aynı şahıs “korkma korkma seni ondan kurtaracağız” diyor, uyanıyorum.

Günlerim gündüz oruç, gece kaybettiğim günlerin burukluğu içinde bilinçsiz bir ibadet ile geçiyor. Günlerden bir cumartesi günü Bakırköy Çarşı Camisinde akşam namazını kılmış yatsı ezanını beklerken çay ocağında çay içiyorum. İki kişi yanıma geliyor “haydi gidelim” diyorlar.

Ben de hiçbir şey sormadan onlara dahil olmak suretiyle banliyö trenine biniyoruz, trenden iniyoruz, bir evin kapısını çalıyorlar, aranılan şahsın evde olmadığını öğreniyoruz ve dönüyoruz. Bu zaman zarfında aramızda hiçbir hususta tek bir kelime edilmiyor.

O gün ayrılıyoruz. Ertesi pazar günü aynı saatte bu iki kişi yine geliyorlar, aynı sözler ve görüntüler ile aynı sahneler tekrar ediliyor. Yalnız bu sefer ziyaretine gittiğimiz zatı evde buluyoruz, kabul görüyoruz. Gördüğümüz rüyalarımızda bizimle ilgilenen kişinin birkaç sefer ziyaretten sonra bu yolda bize rehberlik yapacak, yol gösterecek zatın Seyyit Hacı Abdülmettin SARUHAN adıyla anıldığını öğrendik. Allah (c.c.) ondan razı olsun. Amin.

Hocam Seyyit Abdülmettin Saruhan efendi bize Kadiri ve Rufai dersimizi talim ile üç şey öğretti.

İnsan toprak ve topraktan gelenlerin sırrı ile beslenen, güçsüz iken güç verilen, kuvvetlendirilen sonra kuvveti elinden alınan, yavaş yavaş güçsüzleşen, görülmeyen üç cevherin taşıyıcısıdır.

ALLAH’ın muradıdır.

Rızasının ise aynasıdır.

Bedeni, nefsinin sırrını,

kalbi, ruhunun sırrını,

aklı, iman ve haya aynasının cilasıdır.

İslamın manası temizlik (cilanın sırrı) aynasının parlama derecesi;

Evvelde hocasının aynasının sırrı, ortada Hz. Peygamber Rasulullah efendimizin aynasının sırrı, ahirinde hepsinin cem’i ile Yüce Allah’ın aynasında zahir olan kulluk sırrı. (o muhakkak bunların üzerinde manalara işaret etti fakat biz bu kadarını fehmedebildik).

Üç şeyi de yasak etti. Kur’an-ı kerim, Büyük İslam İlmihali, Tarikatı Muhammediye’den başka müsaade edilene kadar hiçbir kitap okumayacak, abdestsiz gezmeyecek, yalan söylemeyeceksin.

Kur’an kalbini, Abdest imanını, Yalan söylememek ise nefsini nurlandıracak. (Bunlar da bizim sohbetlerden alabildiğimiz kadarı idi.)

Hiç kimsenin sohbetine gitmemek gibi bir yasak koymadı. Ona göre Allah (c.c.)’ın bir gül bahçesi vardı, bahçıvanı Peygamberimiz idi. Rengarenk türlü kokular ile insanları mest eder hayran bırakır. Bakarsın bir gonca bir anda patlamış yeni bir gül oluvermiş. Bakarsın bir gül fidanının yanında yeni bir fidan sürüyor, görürsün ki, bahçıvan onu buduyor, aşılıyor. İşte sen bu bahçede gez, dolaş, seyret, kokla, her gülün kokusu sana bulaşsın. Bir asiye, bir günahkara bu ne büyük lütuf, ne büyük bir ikramdı Ya Rabbi.

Bu acize güç, kuvvet ver Allahım. Amin.

O gün bugün aradan tam yirmi üç yıl geçti, bu kader ırmağından öyle seller aktı ki, geride Allah’ın rızası ve Muhammedi, Sevgili Peygamberimizin muhabbeti, onların dostlarının sevgisi ile dolu bir kalp, görmeden iman etmiş, delil istemeden inanmış LA İLAHE İLLALLAH tevhidi ve VE HÜVE ALA KÜLLİ ŞEY’İN KADİR sırrı ile nurlaşmış bir akıl, ayakta durduğunda bastığı, oturduğunda otururken kapladığı, yattığında yatarak işgal ettiği yerden bir karış fazlasına ihtiyaç duymayan, bulduğunu dağıtan, bir saniye sonrasından endişesi olmayan, hiçbir hoşlukta sevinmeyen, hiçbir darlıkta üzülmeyen, üzerinde giydiklerinden başka dünya malı olmayan bir nefisten başka bir şey kalmadı.

O yüce Rabbimiz ki, bu emanetini bu hal üzere sultanlar gibi dünya üzerinde gezdirip dolaştırıyor.

İşte bu hal ile yaşatıldığımız bu dünyadan çıkarken!

Nefsimin sebep olduğu kırk senenin enkazı altında kalanların cümlesinden helallik almak istiyorum.

Bilmeden yapmış olduğum amellerimden sadır olan her türlü zararlarımız için bana haklarınızı helal ediniz.

Bunları tek tek isimlendirerek sizleri teşhir etmek ve bizleri evvelce tanımayan kimseleri de şahit tutmak istemiyorum.

Beni tanıyanlara, benimle ilişkisi olanlar ne gibi muameleden dolayı kendileriyle helalleşmek istediğimi bilirler.

Tekrar ediyorum. Kırk senelik yaşantımda bugün bildiklerimi bilmiş olsaydım olan olayların hiçbirine sizi ortak etmezdim.

Bu kitapçığın bir sırrı da şudur ki!

Bizden manevi hak talep edenlere bir nasihattir. Olur ki, sizlerin de kurtuluşunuza vesile olurum. Gayret sizden, başarı Allah (c.c.)’dandır.

Bizden maddeten hak talep edenlere ise, kim hakkımız var diyorsa yaşadığı müddetçe bu kitapçığı tahrip etmeden, inhisarı altına almadan çoğaltıp ticaretini yapar, kazançlarından istifade edebilirler.

Son olarak sizler tarafından intikam almak isteyenlere nefsimizi rezil etmelerine en güzel bir vasıta olabileceği düşüncesiyle yine sizlerinden helallik istiyorum.

Bir çok dillere çevrilmesi mümkün olduğu takdirde bütün insanlık alemine ışık tutacağını da ümit ettiğimi bildirmeyi faydalı görüyorum.

M. İbrahim DİRLİK. 1420

1 Yorum

  1. Hakan Eryol 25 Ekim 2009

    Canım İbrahim ağabeyim, tüm haklarımı helal ediyorum. Cenab-ı Allah’tan sana ahiret yolculuğunda en güzel şekilde, sultanlara yaraşır bir şekilde muamele yapmasını yine Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. Sizi de bize ahiret yolculuğumuzda şefaatçi etmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

Yorumlar Kapalı